29 Mart 2012 Perşembe

BEN GELDİİİM!!!

Merhaba!!!
Evet evet nihayet, şükür kavuşturana, hepinizi ne kadar çok özledim, tahmin edemezsiniz cidden :) Ama ben de bir o kadar yoğun bir bir buçuk hafta geçirdim, kısa kısa özetliyorum :)

*** Öncelikle, sınavlara girdim, sınavlardan çıktım, ve bir şey farkettim ki bu dönem gerektiği kadar hazırlanmamışım, ve çok zorlandım vizelerde, final dönemine gelmeden haftalık hiçbir dersimi aksatmadan çalışacağım söz :)

*** Anneciğim ve babaanneciğim Umre'den döndüler, öyle mutlu oldum ki, Allah isteyen dileyen herkese oraları görmeyi nasip eder inşallah :)

*** Görümcem bebeğini dünyaya getirdi, şirin şey, öyle tatlı ki :)

Belli başlı önemli olaylarımız bunlardan ibaret.

Hiç kitap okuyamadım, kendime çok üzüldüm :( Sınav zamanı ders dışında herşey insana çok güzel görünür ya, ev temizliği bile bana çok çekici gelmişti. Nitekim annem umreden dönmeden önceki cumartesi evi dip köşe temizledim, ve ertesi günü yataktan kalkamadım resmen. Meğer temizlik ne zor şeymiş, evdekilere neredeyse önlük bağlayacaktım yerlere ekmek dökmesinler diye, terliklerin altını kaç kere paspaslara sildirdim hatırlamıyorum. Kendimde bir Süheyla'nım takıntısı gördüm, hahaha :)))

Bu arada hikayem için yazdığınız güzel yorumların hepsine çok ama çok teşekkür ederim, hepsini ayrı ayrı değerli buluyorum tebriklerinizin de eleştirilerinizin de :) Bir sürü fikir var aklımda, kendimi biraz Maya'layayım da, ikinci öyküyü en kısa zamanda yazmak istiyorum a dostlar :)

Hahah, sınav sonrası planlarımın birini gerçekleştirmeye başlıyorum inşallah, hani şu renkli kırlent vardı ya, ben onu renkli battaniyeye modifiye ettim, inşallah evimin kitaplığının olduğu odasına rengarenk bir battaniye yapacağım :) Bakın bunun gibi mesela (resim alıntıdır)


Hihihi :)

Aaa, bugün işbaşı yaptım ben hem, merhaba kürkçü dükkanı :)
Şimdi de sizin bloglarınıza misafirliğe geliyorum :)

Ve tekrar söylüyorum hepinizi cidden çok özledim :)
Peki siz beni özlediniz mi? :)))

Sevgiler kocaman :)

18 Mart 2012 Pazar

ooof of! :)

merhaba! :)

Arkadaşlar bu postu size cep telefonundan ve okulun kütüphanesinden
yazıyorum. Sınav dönemim başladı :(

Bu zaman zarfında elimden geldiğince sizleri takip etmeye çalışacağım
ve yine vakit bulursam o bekleyen güzel yorumlarinizi cevaplamaya da
çalışacağım. Simdiden affiniza sığınıyorum.

Beni unutmayın :( sizi seviyorum! :)

15 Mart 2012 Perşembe

İlk Öyküm: Süheyla'nım'ın Mutfağı

Merakla beklenen (!) ilk öyküm, sevabıyla günahıyla takdiri size bırakıyorum :)


Ankara'nın eski ve sakin muhitlerinden birinde bir apartman dairesi ve onun "bir hanımın asli görevi, ilk olarak aile bireylerinin midesini hoş tutmaktır" mantığıyla inşa edilmiş mutfağı. İşte Süheyla Hanım'ın günün asgari altı saatini geçirdiği biricik yer burasıydı. Annesi Sevim Hanım'ın mutfak işlerinden elini eteğini çekmesinden itibaren geçen sekiz yıllık süre zarfında da Süheyla'nım, mutfağa kendisinden başka kimsenin girmesine izin vermemişti. Çünkü düşüncesine göre, bir evde mutfağı kim yönetiyorsa evin gizli reisi oydu ve anlaşılan bu Karargaha kendinden başkasının girmesine tahammülü yoktu.

Bütün ablaları ver kardeşleri sırasıyla evlenen ancak kendine gelen taliplilere her defasında "sırası değil" diyen Süheyla Sakiner, annesi Sevim ve babası Sıtkı Sakiner ile soyadlarıyla müstesna bu sakin semtte ikamet ediyor ve zihninin arka odalarında onca yılın mahsulü korkuları, kuruntuları ve takıntıları ile yaşamaya devam ediyordu.

Günlük mutfak mesaisinin ikinci iki saatlik kısmı olan akşam yemeğini hazırlama faslı için mutfağa geçmeye hazırlanıyordu Süheyla'nım. Dakika aksatmaz, salondaki Hislon duvar saati vaktin geldiğini bildiren ilk gongu vurur vurmaz mutfağa damlardı.  Muhakkak son gong vurmadan evvel kapıdan içeri girmeliydi. Bu geç kalmalar yüzünden daha evvel çeşitli uğursuzluklara maruz kalmıştı kendince. En beteri 9 ay evvel vukuu bulan salata yaparken çelik Bursa bıçağını ayağına düşürmesi ile doğan uğursuzluklar silsilesiydi. Zaten bıçağın yere düşmesi başlıbaşına bir felakete delaletti. O günün ertesi sigortaları kısa devre yapmış, bir sonraki gün ise yan apartmandaki Ayla'nımların evine hırsız girmişti. Süheyla'nımın komplo teorisine görea göre, Ayla'nımların evine giren hırsız aslında kendi evlerine girmeyi planlamış, ancak sevinilecek bir tesadüf eseri binaları karıştırmıştı. Bu Süheyla'nım için gökyüzünün mavi olması kadar gerçek birşeydi, ama kimse bunu anlamak istemiyordu o ayrı. (Sadece öyle takıntıları da yoktu. Mutfağa girince ilk işi üç defa ellerini yıkamak olan Süheyla'nım, sebzelerini de yedi defa durulamadan asla ve kat'a işine başlamazdı... Takıntı mevzuuna fazla girilmesi içinden çıkılmaz bir hal alabilir...) İşte tüm bu felaketlerin mutfağa geç girmesinden ötürü kaynaklandığına yürekten inanan Süheyla'nım, geç kalma ihtimalini düşünürken ürperdi ve "Töve Allahım, tövbe Yarabbim..." diye mırıldandıktan sonra mutfağa yöneldi.

Kaıpdan içeri adım atacakken üçüncü gon vurmaktaydı ancak Sıtkı Sakiner'in gür ve tok sesi, gong vuruşunu bile bastıracak şekilde oturma odasından koridora yayıldı:
"Süheyla, gel buraya! Şu alet yine çalışmıyor!"
Duyduğu emir, Süheyla'nım'da soğuk duş etkisine sebep oldu. Sıtkı Sakiner dediğim dedik, tezcanlı ve kızı kadar otorite kurmaya müptela bir adamdı. Süheyla biliyordu ki; oturma odasına gitmeyecek olursa, babası hırgür çıkaracak, akşam sofraya oturmayacak ve en az üç gün Süheyla'ya Süheyla'ya hayatı zindan edecek bir kamyon dolusu laf sarfedecekti.
Ama Süheyla'nım, yine, biliyordu ki; eğer mutfağa gitmeyip de o odaya geçerse, başına çok daha büyük felaketler gelecekti.
"Baba, şimdi gelemem, akşam yemeğini hazırlamam lazım.
"Ama ben de saat dört ajansını kaçırmak istemiyorum."
"Bekleyiversin ajansın."
"Ajans beklemez Süheyla, ellibeş yaşındasın öğrenemedin mi? Yahut bunca senelik babanın da mı huyunu suyunu bellemedin?!"

Bu üstü kapalı "tehdidi" işiten Süheyla'nım, mutfaktan içeri adım attı, içinden onbire kadar sayarak içeride dolandı ve sonra sağ ayağıyla mutfaktan çıkarak içeri yöneldi. Paniğe kapılmıştı. éAma içeri girdim, saat dörtte mutfaktaydım; hiç girmesem o vakit uğursuzluk gelirdi. Yok yok birşeycik olmaz..." Yine kalbi gözlerinde atıyor gibiydi.
"Efendim baba!"
"Ya Süheyla, şu zımbırtının kumandasına bir baksana, düğmeye basıyorum basıyorum almıyor. Ben demiştim zaten, eski televizyon işimi görüyrdu. Ne gerek vardı yenisine?! Annenle ikiniz dizilerdeki şebekleri daha iyi görün diye milyarlık televizyon alınır, Sıtkı Bey bir haber izleyecek olsun, o da çalışmaz sen gibi inat eder. Bu zıkkım da sizden taraf!!!"
"Tamam baba tamam, ver bir kumandayı bana." diyerek konuyu değiştirmeye çalışan Süheyla'nım, içten içe endişe girdabına doğru sürüklenirken bir yandan da şu lanet sorun neymiş onu anlamaya uğraşıyordu.
"Amaaan, baba, e fişini çekmişsin ya sen televizyonun!"
"Hı?!... Neyse, haydi sen işine bak artık."

Süheyla'nım tek kelime etmeden mutfağa gitti. Ama kapıdan içeri girer girmez, felaketlerin evine uğramaması için aklına gelen tüm duaları ardı ardına sıralamaya başladı, ama nafile. İçindeki ses sürekli olarak "vakit geçti Süheyla, geç kaldın..." diye yineleyip duruyordu.
Aklındaki bu kötü düşünceyi savabilmek için ne yemek yapacağını bile düşünmeden (ki bu çok olağandışı bir durumdu); mutfağın köşesindeki hasır rafın en altından birkaç baş mor soğan çıkarıp, tezgahın üzerinde soymaya koyuldu.
"Bak gör, yarım saate kötü birşey olacak." dedi içindeki ses.
"Saçmalama Süheyla," diye yanıtladı kendini Süheyla'nım.
"Daha evvel de öyle olmadı mı? Hırsız yönünü şaşmasa çoktaaan elde ne var ne yok götürmüştü."
"Ama tam vaktinde girdim kapıdan, yok yok olmaz birşey."
"Sen öyle zannet. Haydi baban hasta olursa gece, ya fenalaşırsa?"
"Allah esirgesin, hem ilaçlarını düzgünce içiyor artık inat etmeden, perhizine de bağlıyız çok şükür."
"O zaman yeğenin okuldan dönerken araba çarparsa ya?!"
"Offf, nereden de çıkarırsın böyle şeyleri! Sus, sus Allah aşkına!"
"Peki ya geceleyin doğalgaz kaçağından zehirlenirsek tüm aile? Ölümüzü kimbilir kaç gün sonra bulurlar, şişeriz de... Kimse çalmaz kapımızı zaten, ölümüzden de korkarlar, hem de morarırız..."

Süheyla'nım dehşete kapıldı birden, gözleri büyüdü. Aklına gelen bu senaryodan sonra hızla üzerini değiştirip, Sıtkı ve Sevim Sakiner'e asla inandırıcı gelmeyen "Kilerdeki bulgur böceklenmiş, gideyim de bir koşu alıp geleyim." yalanını attıktan sonra en yakın hırdavatçıya koştu, doğalgaz alarmı almak üzere.

Ancak aslolarak, iç dünyasındaki kaçakları önleyecek bir alarma ihtiyacı vardı.

Ankara, 13/03/2012

14 Mart 2012 Çarşamba

Şu an düşünüyorum da... #1

Merhaba!

Ben de kendime, numaralı bir seri oluşturmaya karar verdim. İçimden geçirdiğim, ancak post oluşturmayacak kadar kısa ve anlık düşüncelerimi toparladıkça bu seriden sizlere bildireceğim. Ne yapayım, bazen aklımdakileri birleştiremiyorum, elle tutulur bir hale gelemiyorlar. İşte bu seri, o birbiriyle alakasız düşünceleri bir ayara getirebilme serisidir. Nokta :)

Başlıyorum...

* Dün akşam TV karşısında poların altında uyuklamaya hazırlanırken, TRT1'de Seksenler'e takıldım.. Müthiş lezzetli bir dizi, Öyle Bir Geçer Zaman Ki'den sıkılan bünyeme ilaç gibi geldi...



* Seksenler'de salonda gördüğüm o tığ işi yastıklardan yapmak istiyorum en kısa zamanda, hatta şu vize dönemim gelmeden vize dönemi bitince yapacaklarım listesinin başında rengarenk iki kırlent örmek var, mesela böyle...

yahut...



* Sınavlar yaklaşıyor ya, bir huzursuzum, tırsıyor muyum neyim? Ders çalışmam lazım, ders de çalışmıyorum; hatta hiçbir ders notumu da toparlamadım!!!

* Herşeyi erteleme hastalığı başladı bende. Peki tamam, bugünün işini yarına bırakma diye güzel ve test edilip onaylanmış bir atasözümüz var, lakin ben bu söze aykırı ne kadar şey varsa yapmakla meşgulüm... Maaş zamanı gelince bütün ödemeleri de ben yapacağım malum annem yok, onu da ertelersem çıram yanar sanırım. Erteleme huyumdan vazgeçmem gerek.

* Hurmalı mevlana şekeri yiyorum sürekli. Konya'ya kim giderse ondan hurmalı şeker istiyorum, bayılıyorum o şekere. Siz de sever misiniz peki? :)


* Kanaryamız vardı, evlendirdik, çift oldular :) Şu anda dişimiz 4 tane mini mini yumurtanın üzerinde kuluçkada :) Umarım bütün yumurtaları dolu çıkar :)

Ankara'da nasıl yağmur yağıyor, hem de karla karışık :)

Öyküm bitti, bilgisayara geçireceğim, ve yarın yayınlayacağım; bakalım nasıl bulacaksınız? Biraz değişik oldu ama şimdiden söyleyim, acemice.. Zamanla pişeceğiz inşallah :)

Sevgiler benden :)

13 Mart 2012 Salı

Yaşıyorum, Sadece Yoğunum!!!

Merhaba!!!

Bloga yazı girme rutinimin dışına baya bir çıktım son günlerde, hiç vaktim de olmadı desem inanır mısınız? Annemler gideli bir hafta oluyor bugün, ve bir haftadır bendeniz Maya evin annesi modundayım...

Akşam yemeklerimizi halamda yiyoruz çok şükür, oradan kurtarıyorum akşamları ama, yine de evin çoğunluğunu çekip çevirmek bana ait. Sabah babama erkekn kalkıp kahvaltı hazırlıyorum, sonra kardeşimi uyandırıyorum; babam kahvaltısına devam ederken kardeşimle ben evden çıkıyoruz, Beggy'i okula bırakıp oradan işe doğru gidiyorum.. Akşam halamlardan eve dönünce de kardeşimin okuldan sonra eve gelince dağıttığı mutfağı topluyorum... Faturaları takip ediyorum, evin bütün bütçesi bende olduğu için harçlık veriyorum, marketten ufak tefeği alıyorum... Haftasonu bütün evi baştan aşağı süpürgeliyorum, çamaşırları makineye atıp, çıkan çamaşırları seriyorum... Neyse ki kardeşim kendi ütüsünü kendi yapıyor :)

Meğerse annem ne çok işi çevirip kotarıyormuş...

Yokluğu belli olyor, Allah can sağlığı versin inşallah cümlemizle birlikte...

İşte bu koşturmaca arasında ben de ancak vakit bulup size bugün yazma fırsatı yakalayabildim :) Çünkü dairede de bu aralar ne zaman yazı girmek istesem araya hep engeller takıldı :)

Ha bir de elimde sürünen "Bir Yumak Mutluluk"u bitirdim... Postunu yarına yayınlarım inşallah...

Gelelim asıl konuya :) Şuradaki yazımda size bir daktilo aldığımdan söz etmiştim hatırlarsanız...

İşte o daktiloyu cumartesi günü tamire götürdük... Ama ben tamircide daha eski ve daha güzel olan alttaki güzelliği görünce ona vuruldum birden... Aklımda tilkiler dolanmaya başladı ve farkını verip buna atladım... Öyle güzeldi ki :) Neyse adamlarla konuştuktan sonra işi bağladık ve ben bunu kaptığım gibi eve getirdim :)


Baksanıza bir :)


Portakal gibi aynı :)


Tarihimizi de attık :)


Ve dün akşam ilk defa, evin en sevdiğim yeri olan mutfakta masaya Olympia'mı koyup, ilk öykü denememi yazmaya başladım.... :) Çok heyecanlıyım doğrusu :)



Bakalım devamı nasıl gelecek :)))


Ama bu yoğunlukta sizleri okumayı hiç ihmal etmiyorum arkadaşlar :)
Sizi çok seviyorum :)

9 Mart 2012 Cuma

Hoşçakal Anna Karenina...

Merhaba!!! :)))

Sonunda bitti :) İnanamıyorum :)

Yaklaşık birbuçuk aydır Anna Karenina ile beraberdim. Bu bir kitapla birlikteliğim zarfında geçirdiğim en uzun süre. Rekor kırdım!!! Zaten yavaş okuyacağımı söylemiştim size. Ve insanların kitaplar hakkında ne düşündükleri hakkında Karenina ile gayet zengin bir arşive sahip oldum. :) Kolay mı? Ansiklopedi gibi kalın bir kitap. Nereye gitsem tüm bakışlar üzerimde. İnek muamelesi görüyorum...

- O ne öyle, kafana koyup yürümek için mi gezdiriyorsun yanında?
-Ansiklopedi mi o?
-Kolların kopacak bunu taşıya taşıya!!! 
-Ne o kitabın adı? Anna Karenina mı? Hımmm, iyi iyi... Ben de okuduydum onu ki!
- Bu kitap bu kadar kalın mıydı, ben daha incesini okumuştum ama, bu kadar mı okumuşum?! (sen sadeleştirilmişini okuduysan bana ne?!!!)
-Kız senin gözlerin niye bozuk anlaşıldı, öyle kitap okunur mu be?!!!
-Kaç sayfa bu, ne?!! oha, okunur mu o kadar sayfa?!!!!

Evet böyle tepkilere de maruz kalan bir bünye oldum... Ama çok alıoşmıştım. Her sabah evden Kaenina ile çıkıyor, öğle aralarında fırsatım olunca ona koşuyor, akşam uyumadan evvel muhakkak halini hatrını soruyordum... Tüm karakterlere hayalimde birer oyuncuya rol verdim. Ve anladım ki, yönetönler filmlerini çekmeden evvel Cast ekibini oluştururken gerçekten çok çok zorlanıyorlardır bence... Mesela ben Anna Karenina için hayalimde bir oyuncuyu eşleştirermedim, ama örneğin Kiti için Öyle Bir Gçer Zamanki'nin Aylin'ini, Karenina'nın kocası için Engin Şenkan'ı, vs vs canlandırdım. Sesleriyle, mimkleriyle... Kitap cidden sardı beni...

Ve tam çeviri okumak da cidden ayrı bir keyif, tavsiye ederim :)

Ve...

Evet, sona geldik...


Bunu da gördüm ya ne diyim :)
1062. sayfa :)

1062 sayfa boyunca, hiç sıkılmadım desem yalan olur... Hızlı hızlı okuyup geçtiğim yerler de oldu...
Ama genelde hakkını vererek okumaya çalıştım...
Karenina için, gelmiş geçmiş en büyük roman, şaheser diyorlar,
bence haklılar da...

Size kitabı tanıtmayacağım.
Zaten buna ne kelimeler, ne de zamanım yeter. Karakterler, olay örgüsü, mekanlar, betimlemeler, zamanlama... Herşey ama herşey kararında, ve çok profesyonel.
Tolstoy bu övgüyü kesinlikle hakediyor.

Bu kitabı Türkiye İş Bankası Yayınları Hasan Ali Yücel serisi ile okumak da ayrı bir keyifti.
Kitabımın ciltli hali de aşağıda, ben koruyucuyu çıkarmaya kıyamamıştım :)





Bir roman da burada biter...
Neyse ki artık hızlı okuma devrime geri dönebileceğim...

Kızım Olympia'yı da haftasonu tamire götürüp, bakıma sokacağım.
Çok heyecanlıyım :))

Herkese kocaman sevgiler :)

7 Mart 2012 Çarşamba

Bir Sürpriz!!! :)


Geçenki 5N1K mimimden sonra...
Döndüm hayallerime baktım...
Ve dedim ki,
"Neden olmasın?!!!"

Beğendiniz mi? :)

Kocaman sevgiler :)

(Hamiş: Bu güzelliğin biraz mekanik sorunları var, onları araştırmakla meşgulüm, işim biter bitmez detayları yazacağım :)

(Hamiş2: Annemle babaannem sağ salim varmışlar, çok şükür, onun için de mutluyum :)

5 Mart 2012 Pazartesi

Haftasonu Bohemliğim: Asmaaltı Çay Bahçesi :)

Merhaba! :)

Oyyy oy, yine dolu dolu bir haftasonu geçirdim, ve bilgisayarımı hiç açamadım. O yüzdendir ki güzel yorumlarınıza geç dönüyorum, affınıza sığınırım :)

Şimdii, daha evvelden söylemiş miydim bilmiyorum. Annemle babaannem kısmetse bu akşam Umre ziyaretine gidecekler. Bizim evde de kaç zamandır bununla ilgili bir koşuşturmaca var efendim :) Yok kıyafetler, yok bavullar, şunlar bunlar derken biz genç grup sürekli eksik kalan şeyleri tedarikte anneme yardımcı olmaya çalıştık. Son olarak cumartesi günü sabah saat 10'da Kocatepe Camii'nde annemlerin Umre grubu ile bilgi mahiyetli bir toplantıları gerçekleşti. Biz de yine lojistikdestek ekibi olarak nişanlıyla onları Kocatepe Camii'ne götürdük.

Evet, bizde destek bol ama, arabayı parkettikten sonra da "Şimdi ne yapacağız?" diye kara kara düşünmeye başladık. Çünkü o sabah hem kar yağıyordu Ankara'da hem de sabahın körü olduğundan hiçbir yer de doğru düzgün açık değildi tabii. Hatta bizim adam "Ya kendimi askerde gibi hissettim, sabahın köründe bizi çarşıya çıkarırlardı böyle!!!" diye mızmızlandı filan ama mecbur yapacak bişe yok, elden ne gelir ki :)

Neyse, biz serseri mayınlar gibi gezmeye başladık, sonra döndük dolandık gene Olgunlar Sokağa geldik... Bilen bilir Olgunlar Sokağı, orada da ikinci el kitaplar, KPSS TUS LYS KPDS vs bilumum sınavlara hazırlık kitaplarını bulabilirsiniz... Ben soğuktan pek bakmadım o gün kitapçılara, zaten param da yoktu ))) Olgunlar'dan yukarı doğru Kocatepe'ye çıkarken işte, sol tarafta karşılaştım Asmaaltı ile :)))


Zaten daha evvelden gelmiştik biz buraya, ama bayağııı uzun zamandır uğramadığımızdan unutmuşuz :) Hemen içeri dalalım isteedim, bir yandan da üşüyorum tabii :)


İçeri bir girdik in cin top oynuyor ama... Tabii ki biz zaman faktörünü hesaba katmamıştık...
Nişanlı: Ya açmadılar mı ki daha burayı?
Ben: Yok yok açık olmalı baksana müzik çalıyor...
(bu arada nasıl güzel 45'likler çalıyor arka fonda, anlatamam, sakin bir sabaha yakışan cinsten :)

Neyse, bizim adam mutfak tarafına gitti, sahibini buldu. Adamlar hazırlık yapıyorlar, ama bize "açığız" dediler, artık nezaketen mi yoksa samimice mi dediler bilemiyorum. Çay hazır değildi yani düşünün :) Ama biz kalmayı tercih ettik, çünkü ben müziklere ve ortamın salaşlığına bayılıyorum zaten :) Bir ayaklı ufo bulduk, priz bulduk, yaktık sobayı :) Dibine de oturduk, bir de tavla bulduk, en güzel boş zaman değerlendiricimiz tavla bizim bu arada :) Başladık oynamaya :)

Niş: Bak dünkü gibi galip geleceğini sanıyosan aldanıyorsun, ben öyle avans vererek oynamam, hem Dinçer de sana acımıştır ondan yenilmiştir...
Ben: Büyük konuşma bak her seferinde bu sözlerini hatıratmak zorunda kalıyorum...

Oyun başlar, Maya oyunları alır, sonra nişanlı da atağa geçer, oyun 4-3 benim liderliğimde sürerken Nişanlı harika bir oyun sergilemektedir...
Niş: Hahaha, nasılmış, ben sana yenilir miyim? Bu saatten sonra asla yenilmem, yenilmezim ben hohoh!!!
Ben: Belli olmaz...
Derkeeen, ben adamı yine bir güzel mars etmez miyim... :)))

İşte, büyük laf etmemek lazım :)
Zeyzey'imin dediği gibi ben tavla canavarı oldum :)
Nişanlıyla takıla takıla kahve kültürüm de olacak yakında sanırrım :)
Okeye, batağa dördüncü ararsanız ben burdayım :)))

Bu sırda, bizim çaylarımız geldi, ilk çayları bitirdik; ikinci çayları da ikram ettiler müesseseden sağolsunlar, çok üşümüştük jest yaptılar... Sakin 45'liklerle nostalji yaşadık, nişanlı gazete okudu, ben ajandama notlar düştüm :) Sadece biz vardık ya, sanki bize özel gibiydi... Tarzı da tam bohem, o yüzden dedim haftasonu bohemliğim diye... Okuduk yazdık, sakindik vs derken kendimi birden Paris Bohemi gibi hissettim çünkü :)

Giderseniz kesinlikle tavsiye ederim.. Kızılay'da, Konur-2'nin Olgunlar tarafında :)
Biraz da resimlere bakalım :)
Koridordan sokağa doğru :)
Yazın burası cıvıl cıvıl bu arada :)

Masaların üzerinde eski fotoğraflar...


Daha yakından bir görünüm... :)



Bahçe kısmı...


Bahçe duvarlarında da böyle eski çağ tarzı rölyefler filan var... 


Kısaca yolunuz düşerse uğrayın derim, ben beğendim :)

Oyyy, annem de gidecek 20 gün bakalım ne yapacağım babam ve kardeşimle...
Yeni maceralarımı bekleyin artık :)))

Kocaman sevgiler hepinize :)

2 Mart 2012 Cuma

Maya ile 5N1K :)

Merhaba!!! :)

Yüzüm gülüyor çünkü bugün tüm karlı geçen üç güne rağmen Ankara'da pırıl pırıl bir güneş var ve yine diğer günlere nispeten bugün hava sıcaklığı biraz daha yüksek. İşte bu iki etken sayesinde ben de ışıl ışıl bir gün geçiriyorum çok şükür :)

Öğleyin arkadaşla film iddiasına bir tavla maçı yaptık, kıran kırana :) Kaybeden kazananın seçeceği 3 filmi ona hediye edecek :) İşin ucunda iddia var ya hırs yaptım yine, daha önce bu uğurda nişanlıma karşı da büyük zafer kazanmıştım, okumak için tık tık :) Veee, beklenen son, yine ben kazandım :) Sevgili arkadaşıma film listesini vereceğim, acaba bana film önerecek olanınız var mı? Tarihi temalı filmler çok hoşuma gider bu arada :)))

Bugünlerde biraz daha az post giriyorum, ama beni affedebileceğinizi düşündüğüm bir mazeretim var :) Bir öykü tasarlamaya başladım, ve bunu yazıya dökme aşamasındayım. Biraz daha düşünmem lazım üzerinde. Bu benim yazarlık hayalimi gerçeğe dökerkenki ilk emeğim olacak. O yüzden beni fazlasıyla heyecanlandırıyor..... İnanın hiç olmadık bir zamanda aklıma öyle farklı şeyler geliyor ki, hepsini yazmak istiyorum. :)

Vee gelelim mim konumuza. Bu sefer de Kuulumsum ve Biricitim mimlemişler beni... Bu ciiden çok değişik bir mim, gazetecilikten aşina olduğumuz 5N1K sorusunu bu sefer benden yanıtlamamı istemişler... Ben de hemen cevap vereyim istedim :) Bakalım nasıl bişeyler çıkacak ortaya :) Başlıyoruz :)

1- Ne?

İşte bu...
Ayyy, nasıl da güzel değil mi?
Yazarların olmazsa olmazlarından bence...
Keşke ben de bir tane bulsam :)

Öykülerimi onunla satırlara dökmeyi çok ama çok isterdim :)

2- Nerede?


Yağmurlu bir günde, Londra'da...

Şunun gibi bir cafe'de...


3- Nasıl?


bittabii kahve ile :)))
Londra'larda sütlü çay içmeyi isterdim ancak damak tadıma pek hitap etmiyor :)))

4- Ne zaman?

 İlkbahar olsun istiyorum...
Hem yağmurlu hem güneşli :)

5- Neden?

Nedeni niçini yok, tüm hayallerimi kompakt olarak tek bir yerde toplamak için.
Hem Londra, Hem yazmak, Hem gezmek dolanmak :)))

6- Kiminle?

Bu da soru mu?
Tabii ki nişanlımla :)

Ben yazılarımla uğraşırken o da dilediğince gezsin,
sonra da beni gezdirsin :)

Bu da böyle eğlenceli bir mimdi işte... Benim gibi yazma heveslisine de ancak böyle bir mim yakışır :)
Kimler istiyorsa onlar üzerine alınsın lütfen :)
Belki de yorum bırakır mimlendiniz derim :)
Çünkü herkes mimlenince kim kimi mimlemiş anlamam çok zor oluyor :)

Şimdiden mutlu haftasonları,
Kocaman sevgiler :)))